24 Ocak 2013 Perşembe

Ve Geri Kalan Her Şey - Pucca Günlük 2. Kitap



PuCCa - Okuyan Us Yayınları

Küçük Aptalın Büyük Dünyası’nın ardından, bir günde bitirdiğim kitaptır (geçtiğimiz Cumartesi vuku buldu) (“-tır” a dikkat).

İlkine nazaran daha istikrarlı bir PuCCa ve daha sempatik, daha anlaşılabilir, daha duygusal.

Büyük ask yine kavgayla başladı. Erik OUT, Ceri IN. Yalnız 2 evlilik de can alıcı cinsinden sürpriz. Bu kez daha bir roman gibi, çünkü Ceri uzun sure arka planda sessizce zamanının gelmesini bekliyor; aşkın zamanının gelmesini de biz. Kendisi de bir Twittter fenomeni. Dengini buldu o vakit. Yalnız dikkat çakal o biraz. Okumuş PuCCa yazılarını, kendine yol haritası çizmiş köftehor* seni. Aslında ne güzel, hem yazdıklarından onu olduğu gibi tanıdı –artık hiç bir mazeret ya da şikâyeti olamaz- hem de söylediklerine önem verdiğini kanıtladı.

Kitaba Penti sponsor olmuş, haliyle bir kaç yerde ismi geçmiş. Okurlar reklamın zorlama girdiği hissinde, sırıttığı kanaatinde. Bence dizi izlerken reklam sloganlarının oyuncuların repliklerine yansıtılmasının rahatsız ediciliğinin yanında lafı bile edilemez. Bir blogda kitapta 4 kere Penti geçmiş diye okudum. Bu kısacık yazıda bile 2 kere geçti iste. Üstelik bedava. Aksi halde her satırda geçmesi için uygun kelimeler bulabileceğimden eminim. 

Maddiyata girince aklıma geldi… Samimiyetini sevdiğim, ilk kitaptan beklediği paradan bile bahsediyor. 

Ve ve ve 275. sayfadan özellikle bahsetmek isterim, zira gözlerimde yaslar yağmur, ölecektim gülmekten. “Kopmak” fiilinin kendini kaybetmek anlamıyla en az 5dk kesintisiz güldüm. Ne oluyor diye esim geldi, esime anlatırken -ya da anlatmaya çalışırken- güldüm. Yattığım yerde bacaklarım kontrolsüz, vücudumla dik açı oluşturacak şekildeyken güldüm. Sağa yuvarlandım güldüm, sola yuvarlandım güldüm. Her turlu güldüm kısaca; PuCCa randevusundan döndüğünde kapıya Ceri dayandığında… Ifadelerinin orjinalligine bir alkis.

Sonradan da düşündüm düşündüm güldüm…  

Yazarı gibi samimiyetle okunası, argo dağarcığınızı geliştiresi… 

CES

(* Sevgiyle karışık bir azarlama sözü)

19 Ocak 2013 Cumartesi

Küçük Aptalın Büyük Dünyası - Pucca Günlük



PuCCa - Okuyan Us Yayınları


PuCCa'nin (Selen Işık) ilk kitabi "Küçük Aptalın Büyük Dünyası" 2010 Haziran ayında basilmiş ilk olarak. Yani benim düğünüme 1 ay kala. Dünya’dan soyutlandığım zamanlar... Dolayısıyla ruhum bile duymadı. Sonra da okumaya uzun bir sure ara vermiş oldugum icin bunca zaman bihaber yasamisim.

Bir kaç ay önce Twitter’da bazı insanların PuCCa’nin tweetlerini retweet yaptığını görüyordum ama bir şey ifade etmiyordu. Sonra bloğuma başladığımda arkadaşım PuCCa’nin da blogla unlu olup simdi kitaplarının yok sattığını söyledi. Aramızda motivasyon konuşmaları yaptık durduk akabinde.

Sonra bakayım dedim sen kimsin PuCCa. Ama derinlemesine değil. Arkadaşımın söylediklerini internetten teyit ettikten sonra bir gün alırım da okurum diye aklıma yazdım. Zaten çok satanlar listesinde ilk sıralarda değildi. Sonra unuttum. Yeni kitap almaya karar verdiğimde gözüme çarpınca hatırladım ve diğer kitapları sepetten çıkarıp PuCCa’nin 3 kitabini set olarak aldım. Bir seferde çok kitap almak hem pahalı olabiliyor hem de çok kitap alınca insan hangisini okuyacağına karar veremeyip hiç birini okuyamıyor. O sebeple bir seferde 3 kitap iyi bir sayı!

PuCCa günlük yazıyor, dizüstü edebiyat diyorlar bu tarza, başına gelen olayları, aklından geçenleri anlatıyor. Hayal gücü süper, yalanla arası çok iyi. Hiç iyi kız olmamış. Önü, arkası, sağı, solu entrika. Ama söylediği yalanların ortaya çıktığından hiç bahsetmiyor. Demek ki çok da şanslı. Şirin bir kız ve aklından geçenlere inanamıyor insan yüzünü görünce. Okan Bayülgen’e konuk olduğu programdan bazı kesitler izledim, yazar olarak görürsem yazdıklarına ok ama kendisi olarak bakınca insan tuhaf oluyor. Herkese bir nick bulsa da sonuçta anlatıcı kendisi ve kendisini görüyoruz artık. Eskiden olsa taşlanırdı sanırım ama biz artık aştık kendimizi canim halk olarak.

Birkaç gün önce başladım, okudukça okuyasım geldi. Anılarıma gittim, ilkokula kadar uzandım…

Dansa davet oynamalarımız geldi aklıma, mahallede yaşanan platonik asklar, apartman aşkları, “teklif etme”ler, en ufak bir harekete tonlarca anlam yüklemeler, lisedeki “kotu” kızlar, annelerin gerçekten kotu kızlarla arkadaşlığı yasaklaması geldi. Kotu kızları kabullenmeyi üniversitede öğrenmiştim. Lisede başlarına gelenlerde onları “aptal kız daha yaşın ne senin” diye değerlendirirken Üniversitede eğer sebep bir erkekse saf âşık bulup hallerine üzülürdüm…  

PuCCa ikizler burcuymuş. Bu da bana yaptıklarını biraz mazur gösterdi. Benimde İkizler burcu bir arkadaşım vardı ve O da ask için deli şeyler yapabiliyordu. Simdi dusunuyorum da, onun hikayeleri de roman olabilir aslinda. Detaya girmeyeyim ama neler neler yasandi... 

İşte böyle anıları akıllara getirdiği için eğlenceli oldu okuması. Annemin evinde olmasalar kendi günlüklerimi bile okurdum devamında. Hani 90’lar furyaları oluyor ya arada, bu kitap iste o yıllara istemeseniz de götürebiliyor sizi. Ağzınıza bir tat, burnunuza bir koku… Ne hoş zamanlarmış dedirtiyor.

PuCCa’nin resmine tekrar bakınca O’nu Renée Zellweger’e, günlüğünü de Bridget Jones'un Günlüğü’ne benzetmiştim ki sonra kitabin arkasında da ayni benzetmenin yapıldığını gördüm (arka kapağı okumak 228. sayfada aklıma geldi nedense).  Birçok yerde Ally McBeal dizisi geldi aklıma çünkü orda da Ally PuCCa gibi bazı olaylara fantastik tepkiler veriyordu. 

Ve tabi ki filmi yapılır bu kitabin, güzel de olur diyordum, zaten yapilacakmis ama aslında dizi yapılsa daha güzel olur. Çünkü filmi yaparsın biter ama bu kitaptaki her gün izlenebilecek bir dizi bolumu haline getirilebilir. Çok da eğlenceli olur. 20dklik bölümlerle ama. Dediğim gibi bir Ally McBeal izliyormuş gibi olabiliriz. Tabi ayni kalitede çekebilirlerse… Bence bunu bir düşünsünler.

Birazdan ikinci kitaba başlayacağım. Bakalim Erik’le sonra neler oldu…

Yaptığı şeyleri onun yaptığı yasta olan kızlara tavsiye etmem. E normal ben hic annesinin sozunden cikan bir kiz olmadim ve pisman da olmadim.  Ben bu kitaba +21 diyeyim. Küçükler okumayın emi? 

CES

14 Ocak 2013 Pazartesi

Nar Ağacı



Nazan Bekiroğlu - Timaş Yayınları

  
Ben Settarhandim, ben Buyukhanimdim, ben Ismaildim… Ben hepsini hissettim...

 Sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim.
Ben böyle çağırmasam sen öyle gelmezdin.

Yıllardan, yollardan birbirlerine doğru aktı iki ırmak ve Trabzon’da birleşti. Settarhan Zehra’ya aktı, Zehra Settarhan’a. Firuze ne kadar parlakti oyle ve konustu! “Bu mu? Evet, bu. Ta kendisi.”

Nar Ağacı kitapyurdu.com’da “çok satanlar ”da hep 1. sırada kaldı haftalarca. Grinin Elli Tonu’nu aldığım sepette o da vardı ancak okumak ve bitirmek yeni kısmet oldu.

İyi mi yaptım kotu mu bilmiyorum, cok üzüldüm okurken. Hacibey’in 93 Harbi’nde cektikleri, Trabzon’a Ruslar yürürken Buyukhanim’in ‘küçük kafilesi’nin muhacirliğe giderken yaşadıkları, Balkan Savaşlarında İsmail’in “Kirik Kafiye”si…Allah’ım savaş ne kadar acı ve çirkin yüzlü bir şey! Benim Vatan uğruna bir cancagizi olan, feda etmek için gönüllü gidip de bir kursun atamadan “‘sevk’ adi altında” dağ bayır yürütülürken, ayakları kangren olan, koleradan, tifüsten, açlıktan kırılan canim askerlerim… Ya muhacirliğe gitmek için malini, canini terk eden halkım… Neler çekmişsin sen!

Ve Nazan Bekiroğlu ne güzel anlatmışsın… 

Yazarın dedesinin ve anneannesinin birbirlerini bulma hikâyesi Settarhan ve Zehra’da hayat buluyor. Aslında yazarın gerçekte istediği gibi gelişmemiş olaylar ve gerçekler hayal gucune dönüşmüş. Bilmiyorum size de oluyor mu, tarihi olan bir yeri gezerken hep kendimi o zamanlarda hayal etmeye çalışırım; hangi yüzyıl, hangi millet olursa olsun orda olsaydım da görseydim psikolojisinde olurum. Yazar benim yapmak istediğimi yapmış hem de “su anki bilincini de yanına alarak”… Böylece ortaya cikmis bir hikâye. Akıcı, bağlayıcı anlatım, gösterir gibi, oradaymışım gibi tasvirler... Demeyeceğim bu kez “ne kadar çok bilinmeyen kelime var” diye, bu kez “dilimiz ne kadar zengin” diyeceğim. Ama yine de siz bu zenginliğin hakkini veremem derseniz bir sürpriz, naragaci.com’da LUGATCE tabında anlamları mevcut. Evet, böyle bir site var. Ve ne güzel ki yazar romandaki gibi her yeri gerçekten gezerek resimlemiş. Hepsinden albümler yapılmış. Fotoğrafların altında kitaptan cümleler var anlatıcının oralardan geçerken kurduğu. Tekrar yasadım ayni sahneleri. Benim favorim Aragvi ve Kura’nin birleştiği fotoğraf. Bir Settarhan görmeyi de isterdim ama göremedim.

Bizi bugünlere getiren tarihi gerçeklerimizden ibretler alarak okumanız, Firuze’nizi parlatacak Aşk’ınızı bulmanız dileklerimle.

CES